![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjpcLEfjgSQy-CPbrurg_uYxIT0LMTjs4Um1KwYjF9RP4j2NwDJ6SFZNNQce7O8ccDJHOyJSDW8Gv4QXc6AvhDfh66tV_VG7ioG_0lnykDdNCE4YLNq29ltPIm4-FZUXrbT2EPmd8znbQsr/s320/301113_236733536369024_100000971398621_683252_7531032_n.jpg)
Mükemmel bir müzik zevkine sahipti. Evet, bunu bir yerlerden almıştı sahip
olmak bu demekti karşılığında kim bilir neler vermişti. Sabrını aşkını
duyduğu öğütleri zararına satmış ancak bütün parasını liseli bir kızla yedikten
sonra ancak melankolik şarkıları alabileceğini fark etmişti. Yine de karşısına
müthiş bir fırsat çıkmış ve tanıdığı bir çocuk sayesinde-Derin- çok ucuza,
biraz da borçlanarak çok iyi bir müzik zevkine sahip olabildi.
Zaman içerisinde bu zevki kullanma becerisini çok geliştirmişti. Artık dinlediği bütün şarkıların hislerini ruhuna akıtmıştı ki şarkılarının hangi duygu durumundan hangisine geçireceğini çok iyi tahmin edip ona göre çalma listeleri hazırlıyordu.duyduğu öğütleri zararına satmış ancak bütün parasını liseli bir kızla yedikten
sonra ancak melankolik şarkıları alabileceğini fark etmişti. Yine de karşısına
müthiş bir fırsat çıkmış ve tanıdığı bir çocuk sayesinde-Derin- çok ucuza,
biraz da borçlanarak çok iyi bir müzik zevkine sahip olabildi.
Hiçbir zaman yanılmadığı bu listeler, hiçbir insanın önemsemediği önemsese
bile asla anlayamayacağı duygu yığınlarıydı. Bir albatrosun kanadıydı bu oda
kadar, üst üste duran kitaplar uçurtma cinleri kadar… Mesele zaten bir insanın
önemsemesi değildi, mesele zaten hiçbir zaman bir insanla ilgili olmazdı:
mesele buydu. Bunu aşamadığı için-ya da aşmak istemediği ve bu şekilde kendine
daha rahat bir şekilde acımak istediğinden- ikili ilişkilerinde hiç başarılı
olamadı. Hiçbir konuşmadan mutlu olmuyor ve ona öyle geliyordu ki sanki havada
akıp giden sözcükleri tutup konuşmasına çekiyordu. Seçtiği sözcükler tamamıyla
rastgele belirleniyordu. Şans işi; oldum olası kazıyamadığı kazı kazanlar da
bile kimseye bir şey çıkmadığını bildiğinden yahut çıkan kimseyi tanımadığından
şans oyunlarına inancını yitirmişti. Birkaç kere denediği sayısal lotonun bu görüşe
olan katkısı da yadsınamaz. (Polis tutanaklarında aynen bu cümle geçiyordu). Bu
sebeple konuşurken işi şansa kalıyordu, bundan şiddetle nefret ediyor bu
hususta elinden gelen herkesi susturmaya niyetleniyordu. Kendisi de biliyordu
niyetli olmak yetmeyecekti. Hiçbir işin yarısı başlamak falan değildi. Başlamak
o işi daha fazla uzatan bir şeydi. Yoksa bu güne kadar sayısız işe girişmişti
hiçbirinde yarıya kadar geldiğini hatırlamıyordu. Başlamak 100 se 120 yapmaktı,
çocuksa bebek yapmaktı bir insanı, başlamak nefret edilesi bir olaydı neyse ki
çabucak olup bitiyordu.
Zamanı ellememek gerekti oysa. Birkaç kez denemişti. Zamanla oynamıştı.Sonunda bir gün geldi ve 36 saat uyumak zorunda kaldı. Bir çeşit ev hapsiydi onun için. Suçunun cezasını böyle çekmişti. Ne kadar büyük bir kalpazan da olsa kendisi, bir işe başlamadan yapamayacağımızı yüzümüze çarpsa bile zamanla oynanmamalıydı.bile asla anlayamayacağı duygu yığınlarıydı. Bir albatrosun kanadıydı bu oda
kadar, üst üste duran kitaplar uçurtma cinleri kadar… Mesele zaten bir insanın
önemsemesi değildi, mesele zaten hiçbir zaman bir insanla ilgili olmazdı:
mesele buydu. Bunu aşamadığı için-ya da aşmak istemediği ve bu şekilde kendine
daha rahat bir şekilde acımak istediğinden- ikili ilişkilerinde hiç başarılı
olamadı. Hiçbir konuşmadan mutlu olmuyor ve ona öyle geliyordu ki sanki havada
akıp giden sözcükleri tutup konuşmasına çekiyordu. Seçtiği sözcükler tamamıyla
rastgele belirleniyordu. Şans işi; oldum olası kazıyamadığı kazı kazanlar da
bile kimseye bir şey çıkmadığını bildiğinden yahut çıkan kimseyi tanımadığından
şans oyunlarına inancını yitirmişti. Birkaç kere denediği sayısal lotonun bu görüşe
olan katkısı da yadsınamaz. (Polis tutanaklarında aynen bu cümle geçiyordu). Bu
sebeple konuşurken işi şansa kalıyordu, bundan şiddetle nefret ediyor bu
hususta elinden gelen herkesi susturmaya niyetleniyordu. Kendisi de biliyordu
niyetli olmak yetmeyecekti. Hiçbir işin yarısı başlamak falan değildi. Başlamak
o işi daha fazla uzatan bir şeydi. Yoksa bu güne kadar sayısız işe girişmişti
hiçbirinde yarıya kadar geldiğini hatırlamıyordu. Başlamak 100 se 120 yapmaktı,
çocuksa bebek yapmaktı bir insanı, başlamak nefret edilesi bir olaydı neyse ki
çabucak olup bitiyordu.
Konuşmak konusunda hissettiği ve farkında olmadan asıl sebep saydığı sorun her zaman söylenecek sözlerin kalması ve bunların içinden bir kaçının seçilip gerisinin çürük üzümler gibi hiç yüzüne bakılmadan unutulmasıydı. İnsanlar doğru sözcükleri seçtiğinden nasıl bu kadar emin olabiliyordu. Bu imkansızdı. Kendisi bile – insanları yargılayabildiğine göre onlardan küçük veya büyük bir farkla üstün olduğunu düşündü- hiçbir zaman emin olamamışken doğru sözcükleri seçme konusunda, insanların bunları hiç düşünmeden konuşması ve sonrasında sanki yanlış hiçbir şey yaşanmamış her şey yolundaymış gibi davranmaları Faruk’u konuşma konusunda içinden çıkamadığı duygulara kapılmasına yol açıyordu. Ancak mecbur kaldığı ve derdini anlatmak ihtiyacı duyduğu anlarda her ne kadar yadırgayıp yeni yürüyen ceylanlar gibi sözcük boşluklarına takılıp düşse de hal hatır sormak için ko-nu-şu-yor-du.
Demir kapıyı arkasında bıraktığında Faruk, Derin le buluşacağı akşamı düşünüyordu. Derinin babası geçen hafta ölmüştü. Aile dostları Derin e destek olmak için biricik sevimli oğulları Faruk’u Derin i ortamından uzaklaştırmak biraz olsun babasının acısını unutturmak için yolluyorlardı. Oysa Faruk tam tersini acısını unutturamayacağını aptal saptal sözlerle Derini daha çok üzeceğini düşünüyordu. Ne vardı bıraksalardı da evde oturup bilgisayar oynasaydı, belki herkes kendi acısını yaşamalıydı. Tecrübeyle sabit olamazdı ya her şey. Buna aklı ikna olsa yüreği sızlardı. Bu yüzden eveden çıkmayı kabul etti.
Bir gün kendi babasının da öleceğini düşündü. ‘Her şey ne kadar senaryo ve ne kadar yaşanmamıştı’ kendi başına gelince de bu kadar dışarıdan bakabilecek miydi olaylara?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder