Sıradan bir gecenin sıradan bir sabahına kutsal bir ayin kokusu sindirebilmişsek, ne mutlu bana. Ne mutlu “bana” çünkü zerren dahi yok bu mis kokulu atmosferde. Yanımda uzanan bedeninin varlığı seni dahil etmiyor hiç bir güzelliğe. Aksine tüm güzellikleri biçen, körelten, ve bilhassa bayağılaştıran tek unsursun sen. Saygılı bir yaşanmışlığın saygısız sonralarında bıraktım seni. Sen de bunu istedin zaten tahayyülü zor değil.
Ancak yaşananların saygılı kısımlarını aldım yanıma giderken, sana bırakmamaya gayret ettim çünkü onları buruşturup atacağın o poşetin nereye gideceğini gözlerimle görmüştüm. Ziyan olsunlar istemedim. Sana yalnızca saygısızlığını bıraktım. Sonralara, ertelere, ardlara olan SAYGISIZLIĞINI. Çünkü sen alışıktın imitasyon sevişmelere, çünkü sen severdin bencilliğini.. Aklım sende kaldı sanıyorsun şimdi biliyorum, ama o senin hüsn-ü kuruntun. Elbette seni hala seviyorum, ama gülüşünü, sesini, zihnini yalnızca. Yaşananları, konuşulanları, sevişilenleri değil. Kişiselleştirmeden sevmeye devam ediyorum seni. Ayda bir kez özleyip aradığım arkadaşım kadar. Tutkusuz, acısız, yer yer yabancılaşarak, uzaklaşarak, ölümün dışında hiç bir yaşadığının beni incitmesine ihtimal olmayarak. Evet buldum sanırım, seni seviyorum; ama yalnızca “ölürsen” üzülecek kadar.
Alıntıdır.*