30 Nisan 2011 Cumartesi

Flatliners


Ölüm; insanlığın var olduğu günden bu yana tartışılan bir kavram. Peki biz ölüm hakkında neler biliyoruz? Ben söyleyeyim. Ölümü, ölen kişinin bir talihsizliği olarak görüyoruz. Ölen kişi, çok yakınımız olmadığında "tüh tüh.." "yazık olmuş..." gibi laflar ediyoruz. Aslında ölüm, kişinin yaşayacağı yahut tecrübe edebileceği bir şey asla değildir. Ölüm, sadece ölen kişi ile çevresi arasındaki bağlantının dünya yaşamının sonuna kadar kesilmesini simgeler.

Bu noktada, ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgiye olan yakınlığımızı farkeden bir grup tıp öğrencisi, ölüm sınırları içerisine adım atmaya karar verirler. İstedikleri tek şey, ölüm hakkında fikir edinmek, ölümden bir lokma alıp tadına bakmaktır. Ama her şey bu kadar değildir. Olaylar gelişir...

Tür: Drama, Horror, Sci-Fi
Yapım: 1990
Yönetmen: Joel Schumacher
Oyuncular: Kevin Bacon, Julia Roberts, Kiefer Sutherland

"Ölümün son iyiliği; bir daha ölüm olmamasıdır."


Kurdelayı kesmek üzere, makası Sürüden Ayrılan İdealist Kuzu'ya uzatıyorum.

Kes beni İdealist Kuzu.
Kendime hoşgeldin bloğu yazıyım dedim. Baktım buralarda herkes kendi işini kendi görüyor. Sıcak karşılanmış gibi hissedip de şımarmıyım diye standart bi merasim düzenledim. Şöyle ki:

"+Hoşgeldin yeni blogger.
-Hoşbuldum İdealist Kuzu, Tezek, Brewer ve nicesi..
+Hadi dağılalım o zaman...
-Hıı. Evet. Tabi tabi. Bittabii."


Yeni başlayan bloglara dahil olmayı hobi haline getirdim galiba şu son 1 2 hafta içinde. Ama kurucu olmak da ayrı bi kahır bela, ayrı bi mesai istiyo. Benim yazmaktaki amacım gün içindeki stressimi atmak, biraz ruhsal biraz sinirsel biraz paranormalaktivitel (hö!?) bakımdan rahatlamak. Benimki bi tür terapi. İçinden geleni, içinden geldiği şekilde yazmak. Gün içinde farkında olmadan biriktirdiklerinden, gün sonunda farkına vararak kurtulmak...

Aralarında görmek istedikleri için 'su katılmamış hayvan' bloggerlarına tekrar teşekkür ederim. (:

Tespit ettim; o halde varım!

Ben bir adet gerizekalıyım. Evet evet. daha fazla zekiymiş, aman da aman çalışsa yapar teyzesiymiş gibi yapamıcam. Bariz anlamıyorum işte. Burda yalan yok, herşey gerçek (derinlerde nihat doğan var). Derste dinlerken anladığımı sanıyorum, sınav zamanı kafa ferah, kafa mis, efil efil yeller esiyo içinde. Sayısal zekası yok ki bende, olmadı olduramadım. Veren, benim çeneme kuvvet vermiş, matematiksel değil sosyal zekama mesai harcamış orda yoğunlaştırmış çalışmasını.


Notlarım git gide düşmekte, her heveslendiğimde mutlaka hevesimi kıran bi not açıklanmakta. İstisnasız. Fizikle sevinen nacar bedenim matematikle tekrar bi'tap düştü. Bi de bahstısızım ki sorma gitsin arkadaş, bi sınav kağıdım da kayıp.

Hayır ben şunu anlamıyorum, çalışıosan çalıştım de çalışmıosan çalışmıyorum de. Çalışmadan yüksek almak lisede kaldı artık kimse yemiyo o numaraları. Nicelerini gördüm ya sınavdan çıkıp da ağzını yüzünü buruşturan "çok kötü geçti yeaağ" diyen, sonra 60 70 alan. Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün. Kimse zeki görünümlü bi yalancısın die tapınmıcak sana. Hatta dışıcaz ki biz seni, ben çok güzel insan fitlerim mesela. İçimden gele gele yaparım, emek harcarım.

Üzmeyin lan insanı. Herkes efendi gibi düşük alsın işte.

-Fatih'ten üzüldüm. Sendromlu geceler.-

29 Nisan 2011 Cuma

Headbang ve Verdiği Zevk Üzerine..

Heavy Metal müzik dinleyicilerinin bir bakıma dans ve müziğe uyum şekli olan headbang, halk arasında yapanlarına "manyak lan bu" gözüyle bakılsa da, benim görüşüme göre yapan kişiye inanılmaz bir zevk vermektedir.

"Peki, başın dönmüyor/ağrımıyor mu oğlum?"
uzun saça sahip ve birçok konsere katılmış olan biri olarak diyebilirim ki; saçın ne kadar uzunsa, baş dönmesi ve boyun ağrısı daha geç olur. etki - tepki mi desem ne desem bilmiyorum ama, saçı kısa olup headbang deneyen biri 3-4 kez kafasını sallar ve baş dönmesi yaşar. bunun yanında uzun saçlı biri tınlamaz bile.


"Ne anlıyorsunuz lan kafayı sallayınca?"
heavy metal şarkılarının içeriğine bakarsak, sözden çok yapılan müzik, melodi ve uyum daha önemlidir. şahsen ben bir şarkının hiçbir sözünü anlamadan eşlik ettiğimi, headbang yaptığımı bilirim. ritme uyarak yapılan headbang, candır.


ayrıca şunu belirtmek isterim ki, headbang yapan adamı gördüğünüzde canavarmış gibi bakmanıza, "satanist la bu" demenize gerek yok. müzik bu, insan öyle bir kaptırıyor ki kendini bazen.. ahh ahh sıradaki konsere kaç gün kaldı lan?!?


cya..

27 Nisan 2011 Çarşamba

Verim

Ortaokul veya lise sıralarından geçip de matematik derslerinde problemlerle karşılaşmayan yoktur heralde. A şehrinden B şehrine giderken yolun kenarındaki havuzu bir musluk 6 saatte diğeri 8 saatte doldururken havuzun dibindeki musluk havuzu 12 saatte boşaltabiliyor. hepsini aynı anda açmak istiyoruz fakat havuzu 6 saatte dolduran musluk açılmıyor ve usta çağırıyoruz. bu musluğu; 3 usta 6 çırak mı, 4 usta 3 çırak mı, 2 usta 8 çırak mı daha çabuk yapar?

A) Bence en kötü olan ekibi atalım, diğerlerini yarıştıralım. böylece iyi olan rekabetle daha da iyi olacaktır.

B) Bence son grup; daha çok eleman var. ekip çalışmasıyla her türlü işi götürürler. hem de aynı parayla daha çok adam çalıştırmış olurum.

C) Bence ikinci grup; daha fazla usta var. usta candır.

D) Bence birini seçmek zorunda değiliz. çıraklar ayak işlerini yaparken ustalarda hep birlikte daha rahat ve çabuk şekilde yapar.


Şimdi D şıkkı olmaz çünkü soruda birini seçin diyor ama biz hepsini seçiyoruz D kafadan gitti. bu yüzden cevap A-B-C'den biridir heralde. gönül ister ki D olsun birileri yaparkan birileri bakmasın ama olay soruda gizli birini seçin diyor. yine yapmışlar yapacaklarını.

Düşünüyorum da hayat enteresan amına koyayım.

26 Nisan 2011 Salı

Saçma Sapan Konuşma La

Behzat Ç. bir çok yerde, bir çok sözlükte, bir çok kere denildiği gibi daha 30 bölüm yayınlanmış olmasına rağmen gelmiş geçmiş en iyi türk yapımı diziler arasına adını çoktan yazdırdı.

Peki neydi Behzat Ç.'yi diğer dizilerden ayıran?

Aslında Behzat Ç. tamamiyle farklı ve özgün bir dizi. En önemli özelliği muhalif ve sistemi eleştiren yapısı. Hrant Dink cinayetini, emniyet'teki yapılaşmayı, derin devlet ilişkilerini bu kadar eleştirel anlatan başka bir dizi daha yok, olmadı da.

İkinci bir özelliği, kalitesi. Bu kalite sadece oyunculardan ibaret değil, senaryo, kurgu, mekan, ışıklandırma, kamera ve daha bir sürü unsur. Haftada 90 dakikalık bir diziyi, bu kadar kısa sürelerde, bu kadar sinema için elverişsiz ortamlarda, bu kadar kaliteli vaziyette icra etmek pek de kolay bir iş değil, tebrik etmek gerekiyor bu noktada.


Karakter derinlemeleri, figüranların sırıtmaması, diyalogların sürekliliği, diğer diziler gibi yayılmış diyalogların, zoraki konuşmaların olmaması, her bölümde bir olayın başlayıp diğer bölümde bitmesi... Bunlar Behzat Ç.'nin en hoşuma giden yönleri. Diğer salak diziler gibi, bölümü muhabbetin en can alıcı anında bitirmiyorlar.

Bunlara ek olarak, bu dizinin en takdir edilmesi gerek yönü popülerlik kaygısı yok. "izlenmem" düşüncesi yok. İzleyiciye göre değil, üzerinde olduğu yola göre devam ediyor. Etmeli de, etsin de.

Behzat Ç.'nin tam şu anda yayın hayatının sonlandırıldığı haberini alsam bile, o hep izlediğim en iyi türk yapımı olarak kalacak. Devam ettikçe yeri sağlamlaşacak, o derece de eminim.

SSKL'dan saygılarla.

24 Nisan 2011 Pazar

Metrobüs İnsanlığı

Gençlerin okula, orta yaş grubunun işe, yaşlı teyzelerin güne gittiği olağan bir günden sonra, bir çok kişi metrobüs kullanarak evlerinin yolunu tutuyor. Doğal olarak herkes yaptığı işten ötürü yoruluyor ve işten, okuldan çıkan bir çok yurdum insanı metrobüs'ün yolunu tutuyor. Buraya kadar her şey normal. Fakat o metrobüs'ün kapısı açıldı mı insanlar tüm günün yorgunluğunu unutuyor sanki. Yorgunluktan ayakta durmaya hali olmayan insanlar birden kapıya saldırıyorlar. Kapı burada bir nevi süzgeç durumu görüyor. Sakinliğini koruyanlar gönlümüzü kazanıyor. Koruyamayanlar genelde başarılı bir şekilde oturuyorlar fakat insanlık kayboluyor ne yazık ki. Teyzeler koltuklara oturma aşkıyla kapı önünde 3 sıra biriken insanların üzerinden balıklama atlamayı göze alacak şekle geliyorlar. Birbirini ezenler, üstüne çıkanlar. amaç sadece oturmak..





Sonuç olarak koltuk sevdası her alanda olduğu gibi burada da kendini gösteriyor ve insanların 'hayvan'laşmasını sağlıyor.




Facebook ve Facebook Milliyetçiliği


Facebook; 500 milyondan fazla aktif üyesi olan, bunların %50'sinin her gün kısa süreliğine de olsa mutlaka uğradığı, ortalama olarak kullanıcıların 130 arkadaşı olan bir sosyal ağ. Facebook son verilere göre 23 milyon Türk kullanıcı barındırıyor.

Gel gelelim, ben Türkiye'de 23 milyon internet kullanıcısı olduğuna inanmıyorum.

Bu veriler sadece Facebook'un ne denli bilindiğini ve önemsendiğini gözler önüne seriyor. Facebook gün geçtikçe sosyal bir ağ olmaktan uzaklaşıyor. Bu site insanların adı ve soyadıyla, tüm bilgilerini içerebilmesi açısıyla ilk zamanlar gayet "eski bir arkadaşı bulmayı" yahut, "düzenli veya düzensiz görülen arkadaşlarla iletişim içerisinde olmayı" vaat ediyor konumundaydı. Bu, zamanla kendini ifade etmekte zorlanan insanların siyasi görüşünü, sosyal yaşam tarzını, cinsel bakış açısını, olaylara yaklaşımını sergilediği hatta bu eylemlerini bir kişisel kaygı konumuna getirdiği bir site oldu. Haliyle Facebook Milliyetçiliği adı verilen bir kavram doğdu. Ülkeyi kurtarmacalar, bayramlarda hatırlanan çocuklar, yılın bir günü hatırlanan şehitler, 10 Kasım'da hatırlanan ulu önder. Bu kadar basitleştik, bu kadar yapaylaştık.

Teknoloji bizi gittikçe daha da sahteleştiriyor.

23 Nisan 2011 Cumartesi

Hayvanlardaki Saflık ve İyi Niyet

Gün geçtikçe farkına varıyoruz ki, insanlar arasında daha bir yabancılaşma, düşman olarak görme, fikrine katılmadığını dışlama, onları hor görme gittikçe artmakta. Gerek hayatın verdiği stres, gerekse diğer nedenlerden ötürü insanların içindeki bu iyi olmayan duyguların daha baskınlaşması hayra alamet değil.












Bunun yanında; kendi halinde yaşamlarını sürdüren hayvanların içindeki o saflık ve kötülükten arınmışlık, insanların yaptığının tam zıttı durumda. Hatta bazen öyle görüntüler ve videolarla karşılaşmaktayız ki, doğanın kanununa göre birbirine düşman olması gereken hayvanlar, bu kuralı çiğnemişler. En basitinden köpek, kediyi besliyor, koruyor kötülükten. İşte bu yüzden, hayvan olmak insan olmaktan daha üst seviyedir belki de. Ne dersiniz?

Hayvan Olmak

Her insanın uzaklara daldığı anlar oluyordur. Peki bu uzaklara dalınan anlarda hiç bir hayvan düşündüğünüz oldu mu? Olmamıştır muhtemelen. Çünkü zoofili bize göre de ters, size göre de ters. Gerek yok, ihtiyaç yok. Ancak hayvanlar düşünülmeye değer, saygıyı hakeden varlıklar.
















Nesiller boyu hayvanlara mal gözüyle bakılsa da, en azından son yüzyıla kadar hayvan isimleri insanlar arasında bir hakaret, hatta küfür olarak addedilmiyordu. Düşünsenize o ince çizgiyi... İnsanların çoğu köpek ırkını seviyor iken, bir gün bir insan diğerine "köpek" diyor ve köpek lafı hakaret sıfatı halini alıyor. Oysa ki ondan bir gün önce köpek kelimesi bir iltifattı. İltifat olmasa bile hakaret değildi.

Mamafih, biz kendimizi hayvan olarak görmekten, su katılmamış hayvan isimli bir blog altına yazmaktan gocunmuyoruz. Filhakika, gocunmak bir yana dursun memnunum da.

http://www.youtube.com/watch?v=MaZc8l__S3s


Kısaca, hayırlı olsun. Nice yazılara, nice doğru yolu bulmalara.

Merhaba

10 Nisan 2011 Pazar

Merhaba

Bazı insanlara hayvan dediğinizde size kızarlar sanki hayvandan gelmemişcesine.
İnsan düşünen hayvan der bazıları sanki hayvanlar düşünemezmiş gibi.
Bazıları hislerinin hayvanlarda olmadığını söyler yavrusunu yanından ayırdığında ağlayan bi köpek görmemişcesine.
Peki o zaman birisi bizi kızdırdığında veyahut kaba saba hareketler yaptığında bizim lugatımızdaki insan dışında diğer etten kemikten oluşan canlılara verdiğimiz ''hayvan'' ismi yerine ne konmalı, ne olmalı bu belirteç?


Su katılmamış hayvan..