30 Ekim 2011 Pazar

İnternet Devrimi

Yazın bir arkadaşımın iktisat dersine girmiştim. Derste kendisini çok beğendiğimiz hocamız laf arasında şuan internet devrimini yaşadığımızdan, nasıl sanayi devrimi, Fransız İhtilal’i varsa bunun da internet devrimi olduğundan söz etmişti. İnternetin yeni dünya için büyük bir devrim olduğunu bilsek de diğer büyük devrimlerin yanına koyunca kendimi daha farklı hissettim. Bu farklı hissetmenin bir kısmının, hep uzaktan gördüğümüz tarihsel devirlerin uzaklığının bize vermiş olduğu nesnelliğin aslında yaşadığımız an kadar öznellikle dolu olmasından oluştuğunu düşünüyorum.

Çocukluğunu, sokaklarda misket oynayarak, futbolcu kağıtlarını ‘’kapııııışşş’’ diye havaya savurarak, aynı zamanda da internet kafede, playstation kafede arkadaşlarıyla oyun oynayarak geçiren bir jenerasyonun parçası olduğum için mutluyum. Öyle ki bir geçiş sürecini sağlıklı yaşamak ve anlamak için asıl o sürecin öncesini ve sonrasını sağlıklı yaşamak gerektiğine inanıyorum. Bu bağlamda da olayı başlangıç aşamasından fena yakalayamamışızdır herhalde diyebilirim.

Bu geçiş döneminde kendimce gördüklerimi, hissetiklerimi bana göre küçük küçük de olsa yazmak, not almak gerekli.  Ne bileyim bakarsın ölmeye yakınken hepsini baştan sona okurum nelerin değiştiğini nelerin değişmediğini, nelerin asla değişmeyeceğini görmüş olurum. Bunlara belki üzülürüm belki sevinirim şuan bilemiyorum, ama şimdi bunun için bir iki şeyden bahsetmek istiyorum.

Birincisi internetin hepimizin bildiği o kirliliğinin insanların kendisini mutlu hissetme güdülerine zemin hazırlaması. Şöyle ki bir olay sonucunda doğru da düşünsen yanlış da düşünsen hepsini savunabileceğin tonlarca sav var elinde. Bu savların tabi ki çoğunun kaynağı belirsiz ve birbirinin aynısı. Özellikle arama motorunda aranılan şeyin bir çok sitede aynı şekilde sunuluyo olması bunun en güzel örneklerinden biri. Aslında yine bunun en güzel örneklerinden biri de facebook ortamı. Geçen günlerde olan Van Depremi’nden sonra bazı hastalıklı beyinlerin paylaştıkları şöyle bir gönderi vardı ‘’ oyunu son seçimde %94 bdp’ye veren kısımın değil %6’lık kısmın Allah yardımcısı olsun’’. Bu cümledeki tonlarca girilebilecek yere girmiyorum ve sadece şunu söylemek istiyorum. Son seçimde akp %40, bağımsızlar %50’ye yakın bir oy almış Van’da. Salağın birinin bdp’nin boykot ettiği referandum sonuçlarını götüyle bir yerlere çekmesiyle oluşan argüman burada karşımıza çıkmış..

İkincisi ilk bakışta aklı başında bünyeleri kızdırsa da aslında insanların haleti ruhiyelerini çözümlemek için güzel bir hadise olan insanların kendilerini, farkında olmadan ifşa etmeleri. Şöyle ki ister tanıdığınız insanlar için facebook gibi ortamlar olsun,  ister tanımadığınız ama aynı sokaklarda yürüdüğünüz Nejat baba’nın deyimiyle aynı güneşte kavrulduğunuz insanlar için sözlükler, forumlar,twitter gibi ortamlar olsun. Bu adamların iyi veya kötü olan düşüncelerinin, hareketlerinin ne olduğuna girmeyeceğim ama bana göre gerçek şudur ki; insan, nasıl kimi zaman çok çok güzel bir adam olabiliyorsa kimi zaman da içinde her türlü ibneliğin dolaştığı, nefretinden başka hiç boka sahip olamayan dünyanın en leş varlığı da olabiliyor. Dediğim gibi belki tanımadığınız belki de tanıdığınız ama 2-3 cümleden öteye gidemediğiniz adamları çözümlemek için internet bu geçiş sürecinde fazlasıyla işe yarıyor.

Bir sonuca bağlamak gerekir mi bilmiyorum fakat bu tarz şeyleri fark edebildikçe ufak ufak buraya yazmaya devam etmeye çalışacağım, diyelim ve bitirelim.

Esen kalın…


26 Ekim 2011 Çarşamba

Kynodontas





İnsan; bilmeyerek, daha doğrusu henüz öğrenmeyerek, özgürlüğünden vazgeçmiştir. Onun özgürlüğü dört duvar arasındadır. Özgürlüğü, dört tarafı çevrili bir alanda, bir o duvara bir bu duvara vurmakla yetiniyorken, bu çevrili alanın ötesinde tek otoriter olarak gördüğü kişinin kuralları, o alan içerisinde hüküm sürmektedir ve bu otoriteye karşı çıkmak, uygulamak bir yana dursun, aklının ucundan bile geçmez. Çünkü, şu ana dek o ne derse o olmuştur ve olacaktır...

Film; çoğu filmde anlatılan, izleyicinin beyninde artık kabuklaşmış bir gerçek ile ifade edilebilecek; salt özgürlük mücadelesini anlatmakla kalmıyor, özgürlük üzerinden, algı mekanizmamızı yerinden oynatıyor ve bu mekanizmanın momentini değiştirip beynimize yönlendiriyor... Beynimizden vuruluyoruz, vurulmuşa dönüyoruz. Örneğin; bir olgu vardır... Normal şartlar altında, normal, hatta normalin biraz altında bir çocukluk/büyüme dönemi geçirecekken anormal bir ortamda anormal bir çocukluk geçiren, aklı başına gelince orayı reddeder, kural dinlemez. Dogtooth ise, bizim kural diye düşündüğümüz, yahut zamanında kafamıza o şekilde sokulmuş aile kavramını yerle bir ediyor. Hem de bunu, bizim de alışık olduğumuz şekilde, babanın evin reisi olduğu bir yolla yapıyor. Bu açıdan da, kesinlikle büyük bir takdiri hak ediyor.

Baba figurü mutlak otorite sahibi. Hayatları ev ve bahçe ile kısıtlanmış ve bundan hiçbir şikayetleri olmayan 2'si kız 3 çocuğuna homeschooling uyguluyor. Çocuklar başlangıçta eşit gibi lanse ediliyor olsa da, kız çocuğunun akıbeti göz önünde bulundurulmadan erkek çocuğa, erkeğin tatmin duygusunu bastırması mahiyetinde sunuluyor. Evin mutlak otorite sahibinin baba olması, erkek evlatın, kızlara göre -belki istemli, belki istemsiz- daha fazla el üzerinde tutuluyor olması erkeğin üstün olduğu bir toplumun sinyallerini veriyor. İzleyici bundan da bir şekilde rahatsız olabiliyor.

Filmde cinselliğin ön planda tutulması, etkileyicilik anlamında level artımına sebep oluyor. Nasıl oluyor? Cinsellik
bir zevk unsuru olarak değil, alınıp satılan bir obje olarak yansıtılıyor. Seks yapılan anlarda, karakterler fazla
konuşmuyor, kimi zaman hiç konuşmuyor ve bizi o tuhaflıkla, o sapkınlıkla baş başa bırakıyor.

Dogtooth, Yunanca Kynodontas; Giorgos Lanthimos'un en fazla ses getiren uzun metrajlı filmi. Aynı zamada 1977'den bu yana en iyi yabancı film oscarına layık görülen ilk yunan filmi. Haneke sineması ile karşılaştırılsa da, bir 'durum
gerilimi' olduğunu düşünmüyorum ben. Sadece bir tuhaflık, bir sapıklık, bir sapkınlık var. Şu an için fazlasıyla
yeterli bu.

Can Evimden Vurdun

Bugün ayaküstü bir arkadaşıma huzurla mutluluk arasındaki ilişkiyi kendimce anlatırken bir anda bunun aslında ne kadar derin, ne kadar zor bir o kadar da her şey olduğunu düşündüm. Hani bazı şeyler vardır ya onun ne olduğunu bilirsin ama onu daha net hissettiğinde sanki yeni bir şey yaşamış gibi olursun sanırım bu da öyle bir şeydi. Okulun durumu, ülkenin durumu, insanların durumu derken günler aralıksız sıkıntıyla geçiyor. Bunun yanında hep insan yine de bana göre insanın en ilginç özelliği olan kendini mutlu hissetme olayını bir şekilde buluyor. Benim şeklim de bu günlerde fazlasıyla siya siyabend yardımıyla oluyor. Biraz mutluluk ve biraz huzur için benden herkese gelsin :

ellerin karanlık yalnızlığında
tıkandım kaldım geceler boyu
düşlerin karanlık yalnızlığında
tükendim kaldım günler boyu

can evimden vurdun
can evimden vurdun beni
dilerdim ki zamandan
zamandan
dilerdim ki yağmurdan
yağmurdan
dilerdim ki rüzgardan
seni
hep seni

dilerdim ki benlerden
dilerdim ki ölenlerden
dilerdim ki gülenlerden
seni
hep seni..
can evimden vurdun beni.

dilerdim ki insanlardan
dilerdim ki yalanlardan
dilerdim ki duvarlardan
seni
hep seni

sonunda..
dilerdim ki yaşamdan
dilerdim ki insanlardan
dilerdim ki barıştan

biraz huzur

heeep huuuuzzzuuuuuuuuurrrr

24 Ekim 2011 Pazartesi

korozyon.jpg


Fazla araştırmaya, soruşturmaya gerek yok. İnsan bilgisayar başında oturarak dahi bi ülkenin, bi ülke insanının vaziyetini görebilir, gözlemleyebilir. Fazlasına gerek yok... Buyrun:


(Resmi direkt yeni sekmede açabilirsiniz)

6 Ekim 2011 Perşembe

Steve Jobs





John Sculley bir röportajında Steve Jobs methodu olarak adlandırdığı Steve Jobs’un tasarım anlayışını  5 maddede özetlemekte:
1. Her zaman kullanıcı deneyiminin ne olacağı perspektifinden başla.
2. Dikkatlice tasarıma odaklan.
3. Her bir basamaktaki detaylar için vakit harca.
4. Uç uca eklenmiş, ardışık sistemlerin bütününe bak.
5. Her şeyi en basit seviyesine indirge.
Sculley, Steve Jobs’un büyük resime odaklanırken bile büyük resmi oluşturan detaylara olan ilgisini şu şekilde özetliyor:
“Bir taraftan ‘dünyayı değiştirmek’ gibi büyük bir konseptle uğraşırken diğer yandan yazılım, donanım, sistem ve uygulamaları, bunlara bağlı ürünlerin tasarımları ile uğraşıyor.”

Huzur içinde yat Steve Jobs.