27 Haziran 2011 Pazartesi

Çok Büyük Orhan Baba

Okuduğu liseye 4 yıl boyunca servisle giden biri olarak birçok servis şöförüm oldu. mesela bir tanesi emekli  imamdı. dikiz aynasından ne zaman baksak adamın ağzı sürekli oynardı. ama tabi ki kırmızı ışık yandığında genelde emniyet şeridinden gidip yeşil ışıkla beraber diğer arabaların önünden normal şeride girerdi. bir gün servisi bırakıyorum hacca gideceğim diyerek servisi bıraktı. hakkınızı helal edin tarzı bir konuşma yaparken arada,  gelip giderken her gün dua okuduğunu söylemişti.

Ama  benim asıl bahsetmek istediğim ve en çok aklımda yer eden şöför abimiz ise Orhan Baba.

Sanırım 10. sınıfın ilk günüydü. eski küçük, tavanı yere yakın peuget minibüsler vardı. servisimiz bunlardandı şöförümüz ise tabi ki orhan babaydı. daha ilk gün giderken servisi kenara çekip kola almıştı. o günden sonra 3 sene daha haftanın en az 2-3 günü biz para toplayıp kola-cips yapardık. tabi bazen kola-cips diye para toplayım içmeye gittiğimizde oluyordu. bu içmeye gideceğimiz günlerden birinde orhan baba'dan para isteyelim demiştik. Gidip  yanına ince ince bir yol yapmıştık. abi demiştik  ''içmeye gidiceğiz bize bir 5 lira verir misin?''. o an o yandan bizi kesişini unutamam.  lan demişti  ''nerden anladınız bugün para aldığımı'' çıkarıp 20 lira vermişti.

Dün istanbul'dan değirmendere'ye dönmek için otobüse binerken çantamı bagaja koymak için  o esnada bagaja diğer yolcuların çantalarını koyan muavinin yanına gittim. Sıra bana geldiğinde muavin  yüzüme bakmadan ''nerede iniceksiniz?'' diye sordu. ses tanıdık geldi değirmendere'de derken kafamı eğip muavinin yüzüne baktım ve abi dedim '' adınız orhan mıydı?'' kafasını kaldırdı baktı.'' vaayy kardeşşiiiiiim''.

Ayaküstü arabanın önünde muhabbet ettik. bizim delikanlı orhan baba'mızın papyon taktığını görmek ilk olarak bana koysa da çok çaktırmadan devam ettim muhabbete. Yolcular gelmeye başladıkça abi dedim arabaya geçiyim ben.

Araba çalıştı orhan baba çay, kahve servisine başladı. aslında daha sıra bana gelmeden ne söyliyeceğimi hazırlamıştım. ''ne içersin'' dediğinde '' senin elinden n'olursa içerim be abi'' diyecektim. ama sanırım orhan baba'nın o oflayan puflayan suratını gördükçe sıra bana geldiğinde sen bana su ver diyiverdim bi anda.

İzmit'i geçtikten sonra yolcu sayısı azaldı. orhan baba geldi yanıma oturdu konuşmaya başladık falan. aklıma orhan baba'nın oğlunun doğduğunda  bütün servise dondurma aldığı o gün geldi. abi dedim ''senin çocuk vardı napıyor ne ediyor''.  '' çok yaramaz hiç sorma '' dedi. çocuğunun yaptığı bir iki şeyi anlattı. ağzımdan '' zeki çocukmuş'' tarzı bir cümle çıktı. orhan baba ekledi  '' valla bilmem zeki mi değil mi. okursa kendine okur, okumazsa bizim gibi muavinlik yapar sürünür gider.''  Bir anda tuhaf oldum. o şen şakrak adamdan bir anda böyle bi cümle duymak şaşırttı heralde beni.

Daha sonra orhan babayla muhabbete başlamadan mp3'ümden dinlediğim bi sakin şarkısı geldi aklıma. ahh dedim keşke ikarus başarsa...


bildiğin tüm küçük hayatlar
bugün yenildiler sen hiç bilmezken
boşver koşsun tüm harap insanlar,
zaman durur, güneş söner, yürekten gelirse...

birden susarsa bütün yenilgiler,
tekil hayatlar da bir gün devrim yapar ya.
bir defa doğmasa güneş

koş çabuk kahraman ikarus
senin günün, gülen yüzün kazanır istersen
saklı ya hayat hep mucizelerde
konar küçük bir öpücük balmumu kanadına

22 Haziran 2011 Çarşamba

Ben ve Kedi

Sevgili panpalarım, dönemin ve senenin son sınavına yarın sabah giricem. yeterince çalıştın mı çalışmadım mı tam kestiremiyorum ama geçerim heralde diye düşünüyorum şuan. inşallah bu satırları silmem ilerde. herneyse..

Yaklaşık bi 2 saat önce arkadaşın evinde ders çalışıyorduk panpamın karnı acıktı ve dürüm yiyelim dedik. gittik dürümcüye ve dürümcünün önündeki yere oldukça yakın iskembelere oturduk. her zamanki gibi kanka benim karnım o kadar aç değilden girip ayaküstü 2 dürümü çaktım. fahat 2. dürümü çakarken arkamdan bi hışımla bir cisim dizime çarptı ve sekerek uzaklaşırken bunun bir cisim değil kedi olduğunu farkettim. dizime baktım ve ibnenin beni tırmaladığını farkettim. henüz 2-3 saat önce öğrendiğim ilkyardım teknikleriyle ilk müdaleyi yapsam da hastaneye gitmekle gitmemek arasında kararsız kaldım.  neticede göt korkusuyla okulum ve olay mahaline en yakın olan cerrahpaşa'nın acil'ine gittim. oradaki intern abimiz ve ablamız bir şey olur mu soruma kaçıncı sınıfsınız diye yanıt verip klasik bi ''tus'' reklamı yaptıktan sonra ısırıklar ve tırmalamalar haseki'ye diyerek beni haseki'ye gönderdiler. burada suratsız bir abimiz tarafından 2'si sağ kol 1'i sol kol olmak üzere  yaklaşık 10 sn içinde 3 tane aşıyı yedim.ama allah için abinin eli hafifti. daha sonra başka bir servise gönderdiler. burada kısa boylu uzmanlığını yapan tatlı bi ablamız vardı. bizim okuldan mezunmuş kendisi. reçete falan yazdı. abla dedim alkol alsam bir şey olur mu. kararlı bi şekilde alma dedi. abla dedim yarın senenin son sınavına giricem. biz de cerrahpaşalıyız. güldü ve tamam bi kerelik al dedi. akabinde ablamızla küçük bi sohbet ettik ve teşekkür ederek hastaneden ayrıldık. yolda gelirken gördüğüm bütün kedilere küfür ettim. ilki hariç neredeyse hepsine ''senin de amına koyucam'' dedim. tabi ki ilkine de ''senin amına koyucam ''demiştim. küfürleşmeler esnasında annemle konuştum ve sanırım bu konularda huzursuz bi insan olduğumu bildiği için 3 dakika süren konuşmamızda yaklaşık 30 kere '' bir şey olmaz korkma '' dedi.

Sonraaa evime geldim, duşumu aldım, uyumaya çalıştım uyuyamadım ve yazmaya karar verdim. çok belirgin bir satır arasından kısmen hatırladığım eski bir dost the coral'dan dreaming of you'nun beni soktuğu enteresan ruh hali içinde yazıyı yazmaya başladım. ve sanırım şuan bitiriyorum.

Son sözümü tabiki kediye söyliyeceğim.

Bak panpa eğer karnın aç değildi ve kokuya dayanamayıp üstüme atladıysan senin ben harbiden amına koyayım.

Hea karnım açtı seni de öyle 2. dürümü yerken gördüm sinirlendim diyosan ne diyim panpa senin yanında aslan kral simba bok yesin amına koyayım.



Not: Gece boyu benimle olan panpam çürükqiwi'ye bir de burdan teşekkür edelim..

19 Haziran 2011 Pazar

Yol

Bazen öyle bir zaman gelip buluyor ki beni kıpırdayamıyorum.Bir şeyler çöküyor omuzlarımdan göğsüme doğru.Sıkıca kavrıyor bu güçlü el beni.İşaret parmağı ile başparmağı kalın boynumu sıktıkça sıkıyor ve cılızlaştırıyor ardından diğer üç parmağı başparmaktan da kuvvet alarak sol koltukaltımdan uzanıp omurgama bastırarak göğüs kafesimi daraltıyor.Tam anlamıyla avcunun içine alıyor yani.İşte bu el bazen onun eli mi diye düşünüyorum.Fakat şöyle bir sorunum var "o" benim için kim?Tanrı mı, platonik sevilen kız mı, platon mu, beni sevmeyen biri mi, tabaktaki rengini sevmeyip yemediğim kiraz mı? Bu kadar içime mi işlemiş her şey, herkes?Herkes mi, eşya mı ,ben mi birbirini tetikleyen oluşumlar mı parça-bütünler mi? Ben bu zamanlarda öğrendim düşünmeyi belki hep bi' anlam aradım buldum bulamadım dert değil orası.Önemli olan aramaktı, anlamaya çalışma çabasıydı.

17 Haziran 2011 Cuma

Karaoke

Karaoke, Japonca'da orkestranın yokluğu ya da solistsiz orkestra anlamına geliyor. Yine Japonca kökenli bir eğlenme aracı bu eylem. Şarkıdan sözlerin çıkarılması ve kişinin önündeki ekrandan ya da kağıttan takip ederek ritime uygun şarkı söyleyerek icra ediliyor. Şüphesiz müzik seven insanlar için daha güzel bir vakit öldürme aracı bulmak zor...

İşte bu noktada devreye bir internet sitesi giriyor. "Karaoke Party" http://www.karaokeparty.com/

Evet artık karaoke yapmak için gerekli şeyler; internet bağlantısı ve 1 adet mikrofon. Güzel bir ses demiyorum dikkat ettiyseniz. Ben bile bu sitede saatlerimi geçirebiliyorsam, siz neden geçirmeyesiniz?

16 Haziran 2011 Perşembe

Şükür mü Küfür mü

Redd şöyle diyor keyifli bir gün'de ''İnsan bazen kaybolmak ister,kendi kendine kalmayı özler'' bence işte o zaman diğer insanlardan kaçıp kendine sığındığı zaman insan, aklından geçince onun içini ısıtan insanlar onun gerçek dostlarıdır. benim için öyle olan az sayıda insandan biri birşeyler karalamış. ben de paylaşmak istedim:



16.06.2011 saat 04:21 bir şeyler yazmak için yeni fırsatım oldu. Ölüm hakkında düşündüm aslında yaşamın bi parçası olduğunu düşündüm. Yaşamı yaşam yapan aslında ölüm. Aslında yaşam ölümle bitmiyor, yaşamına anlam katıyor çünkü ölüm olmasaydı yaşamanın ne anlamı olurdu ki ya da dünyaya bıraktıklarının. Birbirini tamamlayan iki unsurun bu kadar zıt bir şekilde anılması üzücü bir şey bence. Yeni bir yaşam insanlara umut verirken ölüm onlara acı gelmektedir. O zaman doğan bir çocuğun ardından sadece sevinmemeli üzülmeliyiz de. Çünkü o kırışık buruşuk elli velet eğer şanslıysa kırışık buruşuk elli bir dede olarak ölecek hayatın ona tattırdığı güzel ve acı dolu duygularla.. Arkasından yine ağlanacak halbuki o adamın doğduğunda çevresindeki herkes mutluydu. Bunların hepsini unutup üzülmeye devam edecekler. Bu benimde başıma gelecek aynılarını bende yaşayacağım. Ama birkaç farkla sanırım belli bir yere kadar insanlara mutluluk veren bir adamdım çocukken tabi ki bu durum fakat artık öyle biri olduğumu zannetmiyorum çevremdeki insanları pek mutlu ettiğim söylenemez belki de bu yüzden çevremde de pek sayıda insan kalmadı. İnsanları mutlu etmeyi beceremedim onları bir türlü anlayamadım ya da onlar beni anlamadı. Bu yüzden üzülen insan sayımın az olacağını düşünüyorum belki birkaç dostta toprak atmaya gelir ama kafama takılan asıl soru insanların hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaları aslında onlara tek bir soru sorabilirim.

Sabah uyandığımızda bir gün daha yaşadığımız için tanrıya şükür mü etmeliyiz yoksa bizi ölüme bir gün daha yaklaştırdığı için küfür mü?

Masaj Koltukları vs Baskülümsü Masaj Aletleri

Dün bir sınavım vardı. ve bir tane de haftaya var. sanırım bütün enerjimi dünkü sınava verdiğim için şimdi diğerine hiç çalışasım yok ve şöyle biraz bir şeyler yazıyım, biraz serbest atış yapıyım dedim ve birazcık başta AVM'ler olmak üzere birçok yerde hatta bizim okulun içinde bile gördüğüm masaj koltuklardından ve eski tip aletlerden bahsetmek istiyorum.

Eskiden ayakta masaj yapan aletler vardı. baskül gibi üstüne çıkıyorduk ve alet titretmeye başlıyordu. unutmam her dershane dönüşü izmit'te köprü merdivenlerinden çıkmadan önce merdivenlerin yanında olan bu aletlere çıkar ve sonrasında köprü merdivenlerini adeta uçarak çıkardık. o denli bi hafifleme gelirdi bacaklara.

Dün panpamla en en sevdiğim aktivetelerden biri olan alışveriş merkezinde dolaşma aktivetisinde bulunurken bu resimdeki koltuklardan 2 tane gördük ve panpamla yanyana oturduk. hadi lan dedik çalıştıralım. bozuk paraları yuvarladık ve arkamıza yaslandık.

Koltuk geriye doğru biraz eğildi ve şov başladı. ilk önce koltuğun alt tarafındaki aparat bacaklarımızı eski tansiyon aletlerinin kolu sıkışı gibi sıktı. sonra enseye sanki ibnenin biri baş parmağı ve işaret parmağıyla güçlü bir şekilde ensemizi kavrıyormuş gibi bir darbe aldık. bu darbe devam ederken sırt bölgesinden yine 2 uçlu bi alet sert bir şekilde dönmeye başladı. işin en acı tarafı oturduğumuz yerin altında diğer tüm aparatların haricinde ikili değilde tekli bi aletin dönüyo oluşuydu.  ''bu ne amına koyayım'' diye panpamla duygularımızı paylaşırken yaklaşık 3 dakika boyunca eziyet devam etti. bi ara panpamın oturduğu koltuğun panpamı titretmeye başladığını hatırlıyorum. o zaman altta dönen şey hala dönüyo muydu bunu kendisine sormak lazım.

Bizim için enteresan bir deneyim olsa da burnundan kıl aldırmayan, dakika başı birbirine dava açan televizyon şöhretlerimiz binse heralde buna, bu alet bana tacizde bulundu diye dava açarlardı koltuğu yapan firmaya.


Velhasıl kelam zamanında izmit'te bindiğim masaj alatlerinin yanında bu alet gerçek bir hayal kırıklığı oldu benim için.

9 Haziran 2011 Perşembe

Mary and Max


Köşemizi bu hafta süsleyen filmin adı: Mary And Max

Adam Elliot'un hem yazıp hem yönettiği, çekimleri yaklaşık 13 ay süren bir stop motion filmi. Hafta başına 2,5 dakikalık bölümler çekilmiş. Toplam yapım süresi 5 yılı bulmuş, çekim öncesi ve sonrasıyla. Adam Elliot önceden yaşadığı bir mektup arkadaşlığından esinlenmiş ve başına "Based on a true story" ibaresini eklemekte beis görmemiş.

Film bir mektup arkadaşlığını anlatıyor. Max 44 yaşında, kilo sorunu olan bir amerikalı. Mary ise 8 yaşında ve hayatı kavramaya çalışan bir kız.



Bu iki insanın ortak bir noktası var. İkisi de hayata diğer insanlara göre daha farklı bakıyor, bu sebepten olacak ki ikisinin de gerçek anlamda hiç arkadaşı yok. Bu açıdan birbirlerini tanıyıp, zamanla farklı boyutlara sürüklenecek bir arkadaşlığın temellerini atıyorlar.

Film "Comedy & Drama" adı altında olsa da ben kesinlikle görünüldüğünden ve düşünüldüğünden çok daha karanlık bir film olduğunu, intihar, melankoli ve yalnızlık gibi temaları barındığını düşünüyorum.

Kendinize bir iyilik yapın ve bu filmi izleyin.

Tür: Animation, Comedy, Drama
Süre: 92 dakika
Yapım: 2009
Yönetmen: Adam Elliot
IMDb Puanı: 8.2 (199. sırada)
Benim Puanım: 8.5

http://www.youtube.com/watch?v=MgRjB8PEDkM

Hakan Arıkan

Sanırım 2004 yılıydı, dershaneden arkadaşlarla ara sıra da olsa kocaelispor maçlarına gidiyorduk. maçlardan önce taraftar futbolcuları sırayla tribüne çağırırken sıra kaleciye geldiğinde tribünden '' hakan! hakan! hakan arıkaaan! arıkan arıkan hakan arıkaaan!'' tezahuratı yükseliyordu. hakan arıkanı ismin ilk o zaman duymuştum sanırım.

2007-2008 sezonu öncesinde ankaraspordan beşiktaş'a geldiğini öğrendiğimde o kocaelispor maçlarından önce, yumruk şov esnasında ilk önce yumruğunu sallamayıp daha sonra taraftar sesini arttırınca yumruğunu sallayan görüntüsü gelmişti aklıma. beşiktaş'ta ne yapar ne eder pek bi yorumum yoktu açıkçası.

1-2 haftadır hakan arıkan mersin'de diye haberler çıkıyordu medyada. ve az önce beşiktaş sözleşmesinin karşılıklı olarak feshedildiğini duyurmuş borsaya.

En büyük hayallerinden biri ileride çocuğuyla birlikte beşiktaş maçı izlemek olan biriyim. çocuğuma tıpkı babamın bana anlattığı gibi beşiktaş hikayeleri anlatmak isterim ben de. babama küçükken ''baba neden şampiyon olamıyoruz?'' diye sorduğumda ''olsun oğlum sen doğduğunda hep biz şampiyon oluyorduk''  diye verdiği cevabı anlatmak isterim .çenemin düşmesini ve ona sürekli bir şeyler anlatmak isterim. ona ''barcelona'yı 3-0 yendik'' cümlesiyle '' liverpooldan 8 yedik '' cümlesini aynı paragraf içinde söylemek isterim. 8 gol yiyen kalecimiz kimdi diye sorarsa eğer bana, utançla ve ya sallamaz bi ifadeyle '' ya biri vardı işte boşver  '' ve ya '' hakan diye poşet vardı işte  '' demek yerine '' kalede hakan vardı'' diyerek başlamak isterim anlatmaya. devam ederim ''bir kere unutmam manisa maçıydı heralde. 3-1 gerideydik. yeni açıktan 3-5 tane gerizekalı ıslıklamaya başladı hakan'ı. kapalıdan bi ses yükseldi 'hakana küfreden siktirsin gitsin'. hakan'da kapalıya döndü ve formasını öptü. öyle biriydi işte.''

Bilmiyorum böyle bir şey olur mu olmaz mı. ama ben o 8-0'lık maçı: 5-0'ken ileri-ileri işareti yapan liverpool'da zamanında shankly gibi adamların yaptığı o görevi yapan liverpool teknik direktörü benitez'le ve o gecenin sabahı okula gittiğimde beni karşılayan fenerlilerle hatırlayacağım.

Ve hakan arıkan'ı da fosforlu yeşil formasındaki beşiktaş amblemini öperken.

7 Haziran 2011 Salı

Bütün Renkler Aynı Hızda Kirleniyordu, Birinciliği Beyaza Verdiler

Ofkemın nedenı nedır bılmıoyurm.orospu cocugu ınsanların kalan 3 kurusluk gururlarını yıkma cabası mıdır yoksa sadece ınsan olmanın gerektırdıgı hırsalarının esırı olmaları mıdır fakat gercek su ki hepimizi boyuyorlar.bır daha temızlenmemek uzere boyuyorlar.
Hayata beyaz carsaflara bakar gıbı bakan ınsanaları kıskanıyorum.olumune kıskanıorum.benım bıldıklerımı bılmıyorlar benım gorduklerımı gormedıler benden daha deneyımsızler ama onların lanet olası oynadıkları pollyannacılık oyununu oynamak ıstıyorum.cehalet mutluluktur ya kucuk dunyamdan etrafı masumca ızlemek ıstıyorum.izin vermıyorlar.daha dogrusu ben kendıme ızın vermıyorum. gulemıyorum.temız ınsanların bır bır lekenlendıklerını gordukce gulemıyorum.ne ıstıyorlar onlardan? Neden kendılerı kırlendıkten sonra ellerini baskasına silmek zorundalar?hırslar boyle mı kuculuyor?
Pekı nedır bunun cozumu?hayat aslında komık de ben mı mızah anlayısımı degıstırmelyıım.temız suya damlatılan bir damla murekkebın o suyun amına koyusunu ızlerken gulmelı mıyım?kırletmek kolay temızlemek zor.gulmek kolay ,su an gulebıldıgım gibi, aglamak zor.aglamak zor cunku artık farkındayız temız degılız.butun o orospu cocuklarıyla yasamaya alısmısız bır kere.her sey sıradan her sey normal gelmeye baslamıs bı bakmısız aglanacak halımıze guler olmusuz.her buluta baktıgımda yagmuru hatırlamam mı gerekıyor ılla.
Rengım ne bılmıyorum.bı yere kadar pislikleri saklayabılırım fakat beyazlara uzuluyorum.kıskanarak uzuluyorum.cunku en hızlı onlar kırlenecek.en cok leke onlarda kalacak.
Hala beyaz var mı bilmiyorum fakat bi gun herkes siyah olacak
Aykut Çelik